Toggle navigation
Bir kez Allah dese aşk ile lisan. Dökülür cümle günah misl-ü hazan
Ana Sayfa
Kur'an Meali
Login
Home
Kur'an-ı Kerim 34. Sure Sebe’ Suresi - سَبَأٍ - ٣٤
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
٣٤ / ١ ) - بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْآخِرَةِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ )
1-Hamd, göklerde ne var, yerde ne varsa kendisinin olan Allah’a mahsustur. Hamd, âhirette de O’na mahsustur.(1) Çünki O, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır, Habîr (herşeyden haberdâr olan)dır.
٣٤ / ٢ ) - يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَاءِ وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا وَهُوَ الرَّحِيمُ الْغَفُورُ )
2-Yere ne giriyor ve ondan ne çıkıyorsa, gökten ne iniyor ve onda ne yükseliyorsa, (O) bilir. Ve O, Rahîm (çok merhamet eden)dir, Gafûr (çok bağışlayan)dır.
٣٤ / ٣ ) - وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَا تَأْتِينَا السَّاعَةُ قُلْ بَلَى وَرَبِّي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ وَلَا أَصْغَرُ مِنْ ذَلِكَ وَلَا أَكْبَرُ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ )
3-İnkâr edenler ise: “Bize kıyâmet gelmez” dedi(ler). De ki: “Hayır! Gaybı hakkıyla bilen Rabbime yemîn ederim ki, (kıyâmet) size mutlaka gelecektir!(2) Ne göklerde, ne de yerde zerre ağırlığınca (bir şey) O’ndan gizli kalmaz; ve ne bundan daha küçük, ne de daha büyük hiçbir şey yoktur ki, apaçık beyân eden bir kitabda (Levh-i Mahfûz’da) bulunmasın!”
٣٤ / ٤ ) - لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أُولَئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ )
4-Tâ ki, îmân edip sâlih ameller işleyenleri mükâfâtlandırsın! İşte onlar var ya, kendileri için bir mağfiret ve güzel bir rızık vardır.
٣٤ / ٥ ) - وَالَّذِينَ سَعَوْا فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ أَلِيمٌ )
5-Âyetlerimiz(i ibtâl) husûsunda (güyâ bizi) acze düşürmeye çalışan kimseler olarak (yarışırcasına) uğraşanlara gelince, işte onlar yok mu, kendileri için, en kötüsünden, (pek) elemli bir azab vardır.
٣٤ / ٦ ) - وَيَرَى الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ الَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ هُوَ الْحَقَّ وَيَهْدِي إِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ )
6-Hâlbuki kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana indirilen (Kur’ân’)ın gerçekten hak olduğunu ve Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Hamîd (yegâne hamd edilmeye lâyık olan Allah’)ın yoluna hidâyet ettiğini görürler.
٣٤ / ٧ ) - وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا هَلْ نَدُلُّكُمْ عَلَى رَجُلٍ يُنَبِّئُكُمْ إِذَا مُزِّقْتُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ إِنَّكُمْ لَفِي خَلْقٍ جَدِيدٍ )
7-Böyleyken, o inkâr edenler (kendi aralarında) dedi(ler) ki: “(Siz) tamâmen (çürüyüp) parça parça dağıldığınız zaman, muhakkak ki sizin, gerçekten (diriltilerek) yeni bir yaratılışta olacağınızı size haber veren bir adamı size gösterelim mi?”
٣٤ / ٨ ) - أَفْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَمْ بِهِ جِنَّةٌ بَلِ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَعِيدِ )
8-(O inkâr edenler yine dediler ki:) “(O kendisi,) Allah’a karşı bir yalan mı uydurdu, yoksa kendisinde bir delilik mi var?” (dediler.) Hayır! Âhirete inanmayanlar, azâb içinde ve (haktan) uzak dalâlet içindedirler.
٣٤ / ٩ ) - أَفَلَمْ يَرَوْا إِلَى مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ إِنْ نَشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْأَرْضَ أَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفًا مِنَ السَّمَاءِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِكُلِّ عَبْدٍ مُنِيبٍ )
9-(Onlar,) gökten ve yerden önlerinde ne var, arkalarında ne var hiç görmediler mi? Dilersek onları yer(in dibin)e batırırız yâhut üzerlerine gökten parçalar düşürürüz. Şübhesiz ki bunda, (Allah’a) yönelen her kul için gerçekten bir delil vardır.
٣٤ / ١٠ ) - وَلَقَدْ آتَيْنَا دَاوُودَ مِنَّا فَضْلًا يَا جِبَالُ أَوِّبِي مَعَهُ وَالطَّيْرَ وَأَلَنَّا لَهُ الْحَدِيدَ )
10, 11-Şânım hakkı için, Dâvûd’a tarafımızdan bir üstünlük verdik. “Ey dağlar ve kuşlar! Onunla berâber tesbîh edin!” (dedik). Ve “Geniş zırhlar yap!” diye demiri ona yumuşattık.(1) “Hem dokumasında ölçüyü gözet (güzel ve yeteri kadar yap) ve (ehlinle birlikte) sâlih amel işleyin! Çünki ben ne yaparsanız hakkıyla görenim” (diye vahyettik).
٣٤ / ١١ ) - أَنِ اعْمَلْ سَابِغَاتٍ وَقَدِّرْ فِي السَّرْدِ وَاعْمَلُوا صَالِحًا إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ )
٣٤ / ١٢ ) - وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ وَأَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِ وَمِنَ الْجِنِّ مَنْ يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِإِذْنِ رَبِّهِ وَمَنْ يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ أَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ )
12-Süleymân’a da rüzgârı (boyun eğdirdik)! (Öyle ki) sabah gidişi bir ay(lık mesâfe), akşam dönüşü de bir ay(lık mesâfe)dir.(2) Ve erimiş bakır menba‘ını onun için (sel gibi) akıttık. Rabbisinin izniyle onun önünde çalışan bir kısım cinler de vardı. Onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli ateş azâbından tattırırız.
٣٤ / ١٣ ) - يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَاءُ مِنْ مَحَارِيبَ وَتَمَاثِيلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَاسِيَاتٍ اعْمَلُوا آلَ دَاوُودَ شُكْرًا وَقَلِيلٌ مِنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ )
13-(O cinnîler) ona saraylardan, timsâllerden (üzerinde nakış ve süsleme bulunan şeylerden), havuzlar gibi (geniş) leğenlerden ve (çok büyük) sâbit kazanlardan (o) ne dilerse yaparlardı. (Onlara buyurduk ki:) “Ey Dâvûd âilesi, şükür için çalışın!” Fakat kullarımdan çokça şükreden azdır.
٣٤ / ١٤ ) - فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلَى مَوْتِهِ إِلَّا دَابَّةُ الْأَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَأَتَهُ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ أَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُهِينِ )
14-Artık onun (Süleymân’ın) ölümüne hükmettiğimiz zaman, onlara (Süleymân’ın) ölümünü ancak asâsından yemekte olan dabbetü’l-arz (bir ağaç kurdu) fark ettirdi. Bunun üzerine (Süleymân) yere yıkılınca, (onun ölümünü ancak bu şekilde anlamalarıyla) cinler için açıkça belli oldu ki, eğer gaybı biliyor olsalardı (o öldüğü hâlde), o aşağılayıcı azâb içinde kalmazlardı.
٣٤ / ١٥ ) - لَقَدْ كَانَ لِسَبَإٍ فِي مَسْكَنِهِمْ آيَةٌ جَنَّتَانِ عَنْ يَمِينٍ وَشِمَالٍ كُلُوا مِنْ رِزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ )
15-Celâlim hakkı için, Sebe’ (kavmi) için oturdukları yerde bir ibret vardı. (Oturdukları yeri) sağdan ve soldan (çevreleyen) iki bahçe (vardı). (Onlara:) “Rabbinizin rızkından yiyin de O’na şükredin! (İşte) hoş bir memleket ve çok bağışlayıcı bir Rab!” (denilmişti.)
٣٤ / ١٦ ) - فَأَعْرَضُوا فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ أُكُلٍ خَمْطٍ وَأَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَلِيلٍ )
16-Fakat (onlar, şükürden) yüz çevirdiler; bu yüzden üzerlerine Arim selini gönderdik ve onların iki bahçesini (de) buruk yemişli, acı ılgınlı ve (içinde) sidir ağacından az bir şey bulunan iki (harab) bahçeye çevirdik.
٣٤ / ١٧ ) - ذَلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِمَا كَفَرُوا وَهَلْ نُجَازِي إِلَّا الْكَفُورَ )
17-Nankörlük ettiklerinden dolayı onları böyle cezâlandırdık. (Biz,) çok nankörlük edenden başkasını mı cezâlandırırız?
٣٤ / ١٨ ) - وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا فِيهَا السَّيْرَ سِيرُوا فِيهَا لَيَالِيَ وَأَيَّامًا آمِنِينَ )
18-Hem onlar(ın yurdu) ile kendilerini bereketli kıldığımız memleketler (Şam havâlisi) arasında, (birbirinden rahatça) görünen (mesâfelerde) şehirler meydana getirmiştik ve buralarda (kolayca gidip gelmek üzere) sefer etmeyi takdîr etmiştik. “Oralarda geceleri ve gündüzleri emniyet içinde kimseler olarak seyâhat edin!” (demiştik.)
٣٤ / ١٩ ) - فَقَالُوا رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ أَسْفَارِنَا وَظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ فَجَعَلْنَاهُمْ أَحَادِيثَ وَمَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ )
19-Fakat (onlar:) “Rabbimiz! Seferlerimizin (yolculuk yaptığımız şehirlerin) arasını uzaklaştır!” dediler ve kendilerine zulmettiler; nihâyet onları efsânelere çevirdik ve onları tamâmen parçalanmış olarak darmadağın ettik. Şübhesiz ki bunda, çok sabreden, çok şükreden herkes için nice ibretler vardır.
٣٤ / ٢٠ ) - وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ إِبْلِيسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ إِلَّا فَرِيقًا مِنَ الْمُؤْمِنِينَ )
20-And olsun ki İblis, onlar hakkındaki (çoğunu azdırıp, samîmî kulları ise kandıramayacağına dâir) zannını doğru çıkardı da mü’minlerden (ihlâslı olan) bir zümre hâriç, ona uydular.
٣٤ - سَبَأٍ
34 Sebe’ Suresi
«
1
2
3
»